Search

Suç ve Ceza Ana Fikir Karakter Analizleri

22 Mayıs 2014 Perşembe

Suç ve Ceza - Dostoyevski

Dostoyevski Eseri

Suç ve Ceza romanı bildiğiniz gibi ünlü romancı Dostoyevski’nin dünyaca ünlü eseri.
Romanın özeti diğer bölümde eklenmiştir, bu yazıda ana fikir ve kahramanlar üzerinde durulacaktır.

Suç ve Ceza Kitabının Ana Fikri

İnsan her türlü zorluğa dayanırken; eşitsizliklere başkaldıran, haksızlıkla uzlaşmayan ahlaklı bir varlık olmalıdır.

Suç ve Ceza Romanının Kahramanlarının Analizi

Raskolnikov: Romanın başkahramanı. St. Petersburg’a memleketinden üniversite okumak için gelse de ekonomik durumlarının olumsuzluğu ve çevresi onu okumak bir yana kendini her açıdan daha kötüye götüren bir durum içinde bulundurur. Çok güçlü bir karakter ortaya koyamaz ve iç çelişkileri çok fazladır. Yaptığından dolayı pişmanlık duyar ve kendini kirli hisseder. Diğer insanların hep onu izlediğini zannederek kendini tam bir kaosun içine atar.Hastalığı yaşadığı bunalımla daha da artar ve insanlara karşı ters olmaya başlar hatta onu ziyarete gelen anne ve kız kardeşine bile. İnsanları tersler ve hep karşıdakinin işlediği suçu ima ederek bir şeyler söylediğini zannetse de bu kendi kuruntusundan başka bir şey değildir.
Razumikin: Raskolnikovun en yakın arkadaşıdır. Ona yardım etmek için elinden gelen her şeyi yapmaya hazırdır. Ona doktor bulur, kalacak yer ayarlar ve sırlarını paylaşır.(En büyüğünü bilmese de) Her zaman onu destekler. Karakter olarak olumlu özellikleri çoktur ve insanlara ön yargılı yaklaşmaz ve Raskolnikov’un da öyle olmasını sağlar. Tanımadığı insanlara da hoşgörüyle yaklaşabilen bir kişiliği vardır.
Zozimov: Raskolnikov’un doktoru ve yakın arakadaşıdır. Çoğu zaman Raskolnikov tarafından terslense de ona bakmak ve onunla ilgilenmek ister.
Avdotya Romanovna: Raskolnikov’un kız kardeşidir. Romanın sonuna doğru onu ziyarete annesiyle gelir ve hastalığından dolayı üzüntü içindedir. Ayrıca Raskolnikov’un sevmediği Pyotr Petroviç ile nişanlıdır fakat Raskolnikov evlenmelerini istememektedir çünkü kız kardeşini zegin bir koca için kendini feda ettiğini düşünmektedir.
Pulheriya Aleksandrovna(Dunya): Raskolnikov’un annesidir. O da kızıyla birlikte romanın sonlarına doğru ziyarete gelir. Daha önce hep mektuplaşmışlardır ve Raslkolnikov’un hasta olduğunu öğrendikten sonra hemen gelmişlerdir.
Marmeladov: Raskolnikov’un meyhanede tanıştığı, üç çocuk babası alkolik bir insandır. Romanın başında ortaya çıkmış ve Raskolnikovla dertleşmişlerdir. Fakat karısı kocasının bu durumundan oldukça hoşnutsuzdur. Ayrıca adamın evi terk etmiş, pavyonlarda çalışan bir de kızı vardır üç çocuğu haricinde. Fakat Marmeladov sonlara doğru ölür ve Raskolnikov yufka yüreğiyle Razumihin’in verdiği yirmi beş rublenin tamamını adamın ailesine verir.
Katerina İvanovna: Marmeladov’un karısıdır. Kocası öldükten sonra üç çocuğu ile ortada kalmıştır.
Pyotr Petroviç(Luzhin): Raskolnikov’un sevmediği fakat kızkardeşinin evlenmek üzere olduğu zengin adamdır. Her ne kadar Raskolnikov onu sevmesede Porfiriy’nin de onu sevmediği kesindir.
Nastasya: Raskolnikov’un bakıcısıdır. Her sabah kahvaltısını getiren ve ona acıyan bir kızdır. Oldukça iyi niyetlidir ve her zaman onun yanındadır.

Yaban Ayrıntılı Geniş Çok Uzun Özet

Yaban - Yakup Kadri Karaosmanoğlu

YABAN ÇOK UZUN GENİŞ AYRINTILI ÖZET

Sağ kolunu Birinci Dünya Savaşı’nda kaybeden Yedek Subay Ahmet Celâl, emir eri Mehmet Ali’nin daveti üzerine, İstanbul’dan ayrılır. Mehmet Ali’nin Haymana Ovası’nda Porsuk Çayı kenarındaki köyüne gider. İstanbul’un işgal edilmesine dayanamayan Ahmet Celâl, rahat bir nefes almak için bu yolculuğa çıkmıştır. Ahmet Celâl, köye vardığı ilk andan itibaren gördükleri ve yaşadıkları karşısında tam anlamıyla bir hayal kırıklığına uğrar. Köylülerle kaynaşmaya çalışır, onlara Mustafa Kemal’in önderliğinde verilen kurtuluş mücadelesini anlatır. Bu heyecanlı konuşmalar köylülerin kalplerinde en ufak bir heyecan yaratmaz. Köylüler, Ahmet Celâl’in düşüncelerine katılmazlar.
Mehmet Ali, dört yıllık bir askerlikten sonra köyüne dönmüş, köyüne döner dönmez de eski kişiliğine bürünmüştür. Kendisini yeniden askere çağırmalarından korkar. Salih Ağa, köyün zenginlerindendir; ancak bir dilenciden farkı yoktur. Kışın en soğuk günlerinde dahi çorap giymez. Köylüler üzerinde güçlü bir nüfuzu vardır. Bekir Çavuş, yirmi üç yıl askerlik yapmış, pek çok cephede savaşmıştır. Mehmet Ali, köye gelişinin ikinci ayında yakın köylerden bir kızla evlenir; bu, Mehmet Ali’nin üçüncü evliliğidir. Heyecandan uzak, keyifsiz bir düğün yapılır.
Ahmet Celâl, okumuş aydın bir insan olarak köyde kendisini çok yalnız hisseder. Köylüler Ahmet Celâl’i “yaban” olarak görürler. Çünkü o, dışarıdan gelmiştir, bir yabancıdır. Okumuş bir İstanbul insanı ile cahil Anadolu köylüsü arasındaki uçurumu gören Ahmet Celâl’in yüreği burkulur. Ahmet Celâl köye ve köylülere alışmak için çaba gösterir, öte yanda aklı Mehmetçiklerin düşmana karşı verdiği mücadelededir. Gazetelerden Birinci İnönü zaferini öğrenir, günlerce çocuklar gibi sevinir, önüne gelen herkese heyecanla bu zaferden bahseder. Sevincini birileriyle paylaşmak ister. Köyün muhtarı, Mustafa Kemal’in çıkmaz bir yola girdiğini, padişaha karşı geldiğini, padişahın düşmanla barış imzaladığını, ancak Mustafa Kemal’in düşmanı kızdırdığını söyler. Mehmet Ali’nin derdi ise yeniden askere çağrılma ihtimalidir. Ahmet Celâl, vatan savunması konusunda bu derece duyarsız ve cahil köylüler karşısında ne yapacağını şaşırır, derin bir ümitsizliğe kapılır. Anadolu köylüsüne olan öfkesi, nefreti bir kat daha artar.
Gökyüzünde beyaz bulut kümelerinin olduğu bir nisan günü Ahmet Celâl, nereye gittiğini bilmeden yürümeye başlar; öfke duyduğu bu insanlardan kaçıp uzaklaşmak, İstanbul’a varmak ister. Karmaşık duygular içinde yürürken, Mehmet Ali’nin köyüne iki üç saatlik bir mesafede, kavak ağaçları arasında, küçük bir dere kenarında yeşil gözlü, beyaz dişli genç ve güzel bir kızın kendisine gülümsediğini görür. Kız, ağaçlardan birinin arkasına saklanır. Ahmet Celâl, genç kızı ürkütüp kaçırmak istemez. Hangi köyden olduğunu sorar, yakın bir köyden olduğunu öğrenir. Kızı korkutmamak için yoluna devam eder. O günden sonra Ahmet Celâl, sıkıntılarından kurtulduğunu, hafiflediğini hisseder. Genç kız, çirkinliklerle dolu bu köyde Ahmet Celâl için bir yaşam kaynağı, taze bir nefes olur. Otuzunu aşmış olan Ahmet Celâl, bu kıza âşık olduğunu anlar.
Şeyh Yusuf’un köye gelmesiyle köylüleri büyük bir heyecan ve sevinç kaplar. Ahmet Celâl, köylüler üzerinde böylesine etkili olan bu adamla tanışmak ister. Mehmet Ali, şeyhin hastalara okuyup üflediğini, köylülere öğütler verdiğini söyler. Ahmet Celâl, şeyhin yanına gider. Şeyh Yusuf, Ahmet Celâl’i tersler. Bunun üzerine Ahmet Celâl, şeyhi hakaret dolu sözlerle azarlar. Şeyh Yusuf, o sene köyü alışılagelenden erken ve köylülerden aldığı hediyelerin yükü altında sendeleye sendeleye terk eder.
Köyde Cennet adında, kocası Süleyman’ı başka erkeklerle aldatan bir kadın vardır. Süleyman, âdeta bir çocuk gibidir; elinden pek bir iş gelmez, cılız bir adamdır. Bazen karısından dayak yediği bile olur. Köylüler Cennet’i yabancı bir erkekle yakalarlar, taşla sopalarla saldırırlar. Cennet, bu adamın yabancı olmadığını, bir akrabası olduğunu söyler. Ne köylüler ne de Süleyman, Cennet’e karışabilir.
Mehmet Ali’yi yeniden askere çağırırlar. Zeynep Kadın, tam iş zamanı oğlu elinden alındığı için üzüntüsünden kahrolur. Ahmet Celâl emir eri Mehmet Ali’nin gidişinden sonra köyde büsbütün yalnız kalır.
Cennet, asker kaçağı bir adamı evine alır. Süleyman buna karşı çıkacak olur, ancak adam dayakla, Cennet de bırakıp gitmekle tehdit eder. Süleyman, üzüntüsünden geceleri gizli gizli ağlar. Köylüler bu duruma daha fazla seyirci kalamaz. Bir gece imamla beraber Süleyman’ın kapısına dayanırlar. Kapıyı kırıp içeri girerler. Ertesi gün Cennet’le yanındaki adam, sabahleyin erkenden köyü terk ederler. Zavallı Süleyman, karısının yaptığı onca ahlâksızlığa rağmen, kara sevdaya düşen bir âşık gibi karısının ardından günlerce ağlar.
Ahmet Celâl’in içini tatlı bir heyecan kaplamıştır artık. Gönlünü çalan köylü kızını görebilmek umuduyla sık sık, kavak ağaçlarının bulunduğu dere kenarına gider. Bir gün köylü kızını dere kenarında çamaşır yıkarken görür. Köylü kızı, bir yabanî geyik gibi kaçmaya başlar, ağaçların arkasına saklanır. Ahmet Celâl, kendisinden korkmamasını, kimseye bir zararının dokunmayacağını söyler.
Salih Ağa, Zeynep Kadın’ın tarlasını elinden alır. Ahmet Celâl buna karşı çıkar. Salih Ağa ile Ahmet Celâl arasında bir düşmanlık başlar.
Ahmet Celâl, İstanbul’un en muhteşem konaklarından birinde doğup yetişmiş, türlü hayal iklimlerinde dolaştıktan sonra tek kolunu kaybetmiş olarak bu köye düşmüş, otuz iki yaşında emekli bir askerdir. Ahmet Celâl, köylüleri anlamaya, onlardan biri olmaya çalışır. Ancak ne yapsa boşunadır. Yetiştiği ortam, okuduğu kitaplar, aldığı eğitim, onun içine sinmiştir. Tüm bunlardan sıyrılıp bir köylü gibi düşünmek, bir köylü gibi yaşamak mümkün değildir.
Ara sıra köyden, cepheye cephane taşıyan kafileler geçer. Açlıktan kemikleri çıkmış mandaların taşıdığı kağnıların gacırtısı Ahmet Celâl’in yüreğini dağlar. Her türlü zorluğa, yokluğa, sıkıntıya rağmen yine de ümitlidir Ahmet Celâl.
Mehmet Ali’nin kardeşi İsmail, her geçen gün biraz daha huysuzlaşır. Hiçbir işe el atmaz, saatlerce ortalıktan kaybolur. Annesinin sözünü dinlemez. Ahmet Celâl’in sigaralarını çalar. Ahmet Celâl, adını bilmediği köylü kızını görmek umuduyla ne zaman yola koyulsa İsmail’e rastlar. Bir gün İsmail’le bu durumu konuşur. İsmail, sevdiği kızın bu köyde olduğunu söyler, hem de kızın kendisini tanıdığını, “Kolu yok bir herif buraya gelir. O, senin ağan mı?” diye sorduğunu söyler. Ahmet Celâl, günlerdir kalbinde tatlı bir heyecan yaşatan, yeşil gözlü, beyaz dişli köylü kızının kendisinden bu şekilde söz etmesine üzülür. Kesik olan kolu zonklamaya başlar. Ahmet Celâl’i derin bir hüzün kaplar. Güzeller güzeli köylü kızı Emine’yi, bücür İsmail’e kaptırmış olmayı hazmedemez. Köylü kızının kendisi dururken, İsmail’i sevmesine bir anlam veremez. Zeynep Kadın, oğlunun baldırı çıplak bir kızla evlenmesine karşı çıkar. Bu durum Ahmet Celâl’in hoşuna gider. Şayet Emine ile evlenecek olursa kendi eliyle askere götüreceğini söyleyerek İsmail’in gözünü korkutur.
İsmail günden güne huysuzlaşır. Ahmet Celâl, kendisine başka bir ev bulmak ister. Bekir Çavuş, depo olarak kullandığı bir evini ona verir. Ahmet Celâl, eve biraz bakım yaptırır ve taşınır. Süleyman da yanında kalır. Bir gece muhtar, bir gazete getirir. Ahmet Celâl, İkinci İnönü zaferini okuyunca yüreği ağzına gelir. Sevincini paylaşacak birilerini arar, fakat yanında Süleyman’dan başkası yoktur. Sevincini içinde yaşar. Ahmet Celâl’in bedeni köydedir, fakat zihni kalbi Mustafa Kemal’in askerleriyle birlikte cephededir. Cepheden gelen en küçük haber, Ahmet Celâl’in iç dünyasında fırtınalar koparır. Gazetelerde ordunun genel bir taarruz hazırlığında olduğu yazılıdır. Ahmet Celâl bu sıkıntılı günlerin yakın bir gelecekte sona ereceğine, düşmanın bu topraklardan atılacağına yürekten inanmaktadır.
Ahmet Celâl, yeşil gözlü köylü kızını bir türlü unutamaz. Emine’yi halasından istemeye karar verir. Bu niyetle Emine’nin köyüne gider, fakat cesaret edemez, geri döner. Dönmesine döner, ama içindeki duyguyu bastıramaz. Bir gün, Bekir Çavuş’a içini döker, ondan Emine konusunda yardım ister. Bekir Çavuş, karısını gönderir. Ahmet Celâl, heyecanlı bir bekleyiş sürecine girer. Birkaç gün sonra Bekir Çavuş, kızın kabul etmediğini, “Elin yabanına ben varmam.” dediğini söyler. Ahmet Celâl’in gönül dünyası bir anda kapkaranlık olur. Bu köyde onu, yaşama bağlayan tek güzellik, Emine’dir. Ona kavuşma ihtimali ortadan kalkınca, hayatın tadı kaçar. Odasından dışarı çıkmaz. Süleyman’a bağırır. Süleyman küsüp evi terk eder, köyün mescidinde kalmaya başlar. Ahmet Celâl, ıssız bir odada tek başına kalır. Robinson gibi, ıssız bir Anadolu bozkırında kendisini yapayalnız hisseder.
Ahmet Celâl, Anadolu halkının bu derece cahil kalmışlığının, vatan savunması konusundaki duyarsızlığının sorumlusu olarak Türk aydınını gösterir.
Süleyman gittikten sonra Emeti Kadın adındaki yaşlı bir köylü Ahmet Celâl’in bakımıyla ilgilenir. Ahmet Celâl’in odasında resim ve heykel olduğu için korkar, odaya adımını dahi atmaz. Mehmet Ali’nin kardeşi İsmail ile Emine evlenirler. Ahmet Celâl, buna bir anlam veremez, ancak içten içe de kahrolur. Delicesine sevdiği Emine’yi, İsmail gibi birine kaptırmış olmayı kolay kabullenemez.
Ahmet Celâl gazetelerden, düşmanın büyük bir taarruza başladığını öğrenir. Düşmanın köye girmesi an meselesidir artık. Ahmet Celâl için tedirgin bir bekleyiş başlar. Çoğu gece kâbuslar görür. Düşman uçakları geçer. Halife ve padişahla birlikte olduklarını, yakında geleceklerini, Mustafa Kemal’in çetelerine karşı koruyacaklarına dair kâğıtlar atarlar. Köylüler bu kâğıtlarda yazanları okuyunca sevinçten gözleri parlar. Çözülen cephelerden kaçan halk bölük pörçük, darmadağınık bir halde köyden geçer. Gördüğü bu hazin manzara karşısında Ahmet Celâl’in canı sıkılır, ancak Türk ordusuna güvenmektedir. Ordu ne kadar geriye çekilirse çekilsin, gün gelecek, düşmanı püskürtecektir.
TBMM kurulmuş ve meclis, Mustafa Kemal’i başkumandan olarak seçmiştir. Bir topçu birliği köyden geçer. Ahmet Celâl, subaylarla sohbet eder. Türk ordusunun birkaç ay içinde büyük bir taarruza geçeceğini öğrenir. Subayların sözleri, Ahmet Celâl’in yüreğine su serper. Köylülerin vatandan, düşman tehlikesinden, savaştan habersiz bir şekilde yaşam sürmelerinden kahırlanırlar. Subaylar gidince Ahmet Celâl kendisini yine yalnız hisseder.
Bir gün köyden başı sonu belli olmayan, üstü başı perişan askerler geçer. Bu askerlerin başında, şehit düştüğü sanılan, Emine’nin babası Şerif vardır. On yıllık bir aradan sonra köyüne dönmüştür Emine’nin babası. Şerif Çavuş, cephe cephe dolaşmasını, esir düşmesini, açlığı, sefaleti anlatır. Emine babasına kavuşur. Emine’yi görünce Ahmet Celâl’in içindeki duygular yeniden canlanmaya başlar. Emine’nin hareketlerinden kocası İsmail’i sevmediğini anlar. Ahmet Celâl, Emine’yi göz hapsine alır. Ahmet Celâl’in kendisiyle ilgilenmesi Emine’nin hoşuna gider. Şerif Çavuş, annesini görmeye gider, bir daha da dönmez. Askerler, Şerif Çavuş olmadan yollarına devam ederler. Ahmet Celâl, düşman Anadolu’nun içine kadar gelmişken askerlikten kaçmayı onursuz bir davranış olarak görür, sinirlenir.
Top sesleri köyden duyulmaya başlar. Düşman uçaklarının geçtiği görülür. Köylüler, düşman uçaklarının geçmesini âdeta bir oyun gibi keyifle izlerler. Atılan kâğıtlarda düşmanın halife tarafından görevlendirildiğini, Mustafa Kemal’in çetelerinin mahvedildiği, halkı kurtarmaya geldikleri yazılıdır. Ahmet Celâl, köylülerin cahilliği karşısında kahrolur. Yıllarca türlü cephelerde savaşmış Bekir Çavuş, düşmanın kızdırıldığını, Ahmet Celâl’in de onlardan, yani Mustafa Kemal’in çetelerinden olduğunu söyler.
Nihayet bir sabah Yunan askerleri köye girer. Köylüler korkularından evlerine saklanır, ne yapacaklarını bilmez bir halde bekleşirler. Düşman askerlerinin ortalıkta kimseyi göremeyince geçip gideceklerini zannederler. Düşman askerleri köyü işgal eder. Komutanların her biri bir eve yerleşir. Köylüden et, ekmek, arpa, şeker alırlar. Karşılık olarak da ellerine hiçbir işe yaramayacak kâğıtlar verirler. Askerler, Ahmet Celâl’in kaldığı evi ararlar; silâhını bulurlar, eşyalarını süngüleriyle delik deşik ederler. Komutanlar, bir subay olduğu için Ahmet Celâl’i çağırtıp sorguya çekerler. Bir subayın böyle bir köyde ne işi olduğunu anlamaya çalışırlar. Onu göz hapsinde tutarlar, kimseyle görüştürmezler, onun evden çıkmasına izin vermezler. Bu arada Ahmet Celâl fırsat buldukça, gece yarısı başına dikilen er uyuduktan sonra, yatağın içinde, karanlıkta günlüğünü yazmaya devam eder. Düşman askerleri köy halkını sömürür; Emeti Kadın’ın yumurtaları, Çoban Hasan’ın koyunları, Salih Ağa’nın saman ve arpaları… Düşman askerleri kadınlara sarkıntılık ederler. İstediklerini vermeyenleri döverler.
Düşman askerleri bir sabah ansızın köyü terk ederler. Salih Ağa ile İmam onlara yol gösterirler. Ahmet Celâl ile Salih Ağa önce tartışır, sonra da kavga ederler. Bir ara Ahmet Celâl, Emine’nin kendisine baktığını görür ve yumuşar. Emine’nin içten bakışları Ahmet Celâl’e cesaret verir. Tenha bir yerde konuşurlar. Ahmet Celâl, Emine’nin İsmail’le mutlu olmadığını anlar. Emine, duygularını açıkça dile getiremez, ancak konuşma tarzı, bakışı, hareketleri, içindeki sevdayı dışa vurur. Ahmet Celâl bu kez duygularını dile getirir. Köylüler düşman askerlerini çok çabuk unuturlar, kısa sürede eski yaşamlarına geri dönerler. Askerler silâhını alınca Ahmet Celâl’in köylü üzerindeki gücü, etkisi azalır. Ahmet Celâl, köyün çobanıyla birlikte hiçbir şey düşünmeden günlerce dağ tepe dolaşır. Yine yalnızdır.
Ahmet Celâl, Çoban Hasan’la birlikte gittiği kır gezintilerinden döndüğü bir akşam, köyün düşman askerleriyle dolduğunu görür. Fakat bu kez gördüğü manzara öncekinden farklıdır. Düşman askerlerinin hali perişandır; üst başları toz içinde, sakalları uzamış, yüzleri paslı bakıra dönmüştür. Ahmet Celâl’in içini büyük bir sevinç kaplar. Askerlerin görüntüsü, Türk ordusunun düşmanı bozguna uğrattığının bir göstergesidir. Askerler Çoban Hasan’ı öldüresiye döverler, sürüsünü de talan ederler. Ahmet Celâl, Hasan’ın yaralarını temizler. Askerler, Ahmet Celâl’in evine zorla girer, evin altını üstüne getirirler. Küçük Hasan’ın üzerinde yattığı çarşafı sertçe çekerler. Küçük Hasan’ın cansız bedeni yere düşer. Emeti Kadın ağıt yakar, askerler telaşlanır, dışarı çıkarlar.
Düşman askerleri evleri yakmaya başlar; etrafı duman, yanık kokusu kaplar. Ahmet Celâl evine koşar, günlüğünü alır, gömleğinin içine koyar. Birkaç güne kadar Türk askerlerinin köye geleceğini, askerlerden birinin defterini bulacağını düşünür. Defteri okuyacak olanlardan bir isteği vardır: Köylüyü suçlamamaları. Ahmet Celâl’e göre köylünün bu kadar cahil kalmasında Türk aydını suçludur. Türk aydını, köylüsünü bu çorak tabiatla baş başa bırakmış, unutmuştur, bu insanlarla hiç ilgilenmemiştir.
Askerler köylüleri meydana toplarlar. Evleri birer birer yakarlar. Köylülere tekme yumruk saldırırlar, her türlü rezilliği yaparlar. Ahmet Celâl, askerlerin kaba davranışlarını, taşkınlıklarını komutanlarına şikâyet eder, fakat bir sonuç alamaz. Ahmet Celâl’in evini de yakarlar. Kalabalığın içinde Ahmet Celâl ile Emine bakışırlar. Emine’nin bakışları Ahmet Celâl’e cesaret verir. Ahmet Celâl, düşman askerlerinin her şeyi yakıp yıktıktan sonra, genç kız ve kadınlara tecavüz etmelerinden korkar. Askerler, köylüleri yakmakla tehdit eder. Korkudan birbirine kenetlenmiş genç kızları kalabalığın içinden birer ikişer çekip götürüler. Zorla götürülen kadınların feryatları yürekleri dağlar. Ahmet Celâl, Emine’yi alıp kaçırmayı düşünür. Karanlıktan faydalanarak sürünmeye başlar. Emine ile birlikte mezarlığa doğru sürünürler.
Emine sol kalçasından vurulur, bir kurşun da Ahmet Celâl’in böğrünü sıyırmıştır. Emine’nin kana bulanmış, topraklı, sert elleri Ahmet Celâl’in göğsünde dolanır. Bu dokunuşlar Ahmet Celâl’e büyük bir zevk ve mutluluk verir. Köyde geçirdiği iki üç yıllık sürede yaşadığı tüm sıkıntılar, öfkeler, tiksintiler bir anda yok olur. Başını Emine’nin dizlerine koyar. Öte yanda düşman askerlerinin yaptığı katliamların gürültüleri, çığlıkları duyulur.
Biraz uyuyup sabahleyin yola koyulmaya karar verirler. Sabah olur, ancak Emine sol bacağını oynatamaz. Ahmet Celâl, defterine son satırları yazar ve günlüğünü Emine’ye teslim eder. Yalnız başına, yaralı bir halde uzaklara yürür.

Suç ve Ceza Hakkında Karakteristik Ayrıntılı Özet Kısa Özet

Suç ve Ceza - Dostoyevski

KİTABIN ÖZETİ :

Romanın kahramanı olan Raskolnikov o yılların bütün acılarını, yaralarını içinde taşıyan bir üniversite öğrencisidir. Aynı zamanda akıllı ve dürüst bir gençtir. Küçücük, tavanı normalden daha alçak olan bir çatı bölmesinde oturmaktadır. Çevresindeki yoksulların yaşamını gözlemlemekte, yalnızca kendisinin değil, diğer insanların da sonunun yoksulluk, hastalık, erken ölüm olduğunu görmektedir. Bu durum onda düşünsel arayışlara yol açmıştır. Fakat bu süre içinde hep yanlızdır; kimseyle görüşmek, konuşmak istemez. İnsanlardan kaçar, sorunları kendi başına çözmek ve sadece kendi gücünü kullanmak ister.
Yatağında yattığı ve sadece düşündüğü dönemlerde üzerinde özellikle yoğunlaştığı bir konu vardır: Tarih boyunca insanlar her türlü eşitsizliğe, haksızlığa boyun eğerken, Napolyon gibi kimi insanlar toplumun gidişini değiştirmişlerdir. Raskolnikov’a göre bunlar olağanüstü insanlardır ve dönemlerinde suçlu olarak görülmüş, lanetlenmiş olmalarına rağmen sonraki kuşaklar onları kahraman, insanlığın kurtarıcısı olarak görmüşlerdir.
İçine kapandığı yalnızlık ortamında oluşturduğu bu bireyci düşünceler sonunda Raskolnikov’u “Ben bir bit miyim, yoksa insan mı?” sorusuna yöneltir. Bu sorunun cevabını almak için sonunda bir cinayet tasarlar; fakat bu cinayeti uygulamaya geçirmek için doğru zaman olmadığını düşünür.
Raskolnikov dört aydır kaldığı odanın kirasını verememişti. Evin sahibi onu mahkemeye vereceğini söylüyordu. Raskolnikov odasından çıkarken her zaman olduğu gibi ses çıkarmadan ve kimseye gözükmeden merdivenlerden inmeye çalışıyordu; çünkü ev sahibi onu her gördüğünde kira aklına geliyor ve uzun söylenmelerle Raskolnikov’u yoruyordu. Raskolnikov evden dışarı çıktı, tefeci kadına gitti. Daha önce rehin bıraktığı yüksüğe 1.5 ruble veren kadın, Raskolnikov’un getirdiği yeni saate baktı ve “1.5 ruble” dedi. Raskolnikov teklifi kabul etti ve parayı aldı. Yaşlı kadın, kitabın anlatımıyla kocakarı, kız kardeşi ile beraber kalıyordu. Evin temizliğine çok önem veren biriydi. Çok zengin olmasına rağmen, kız kardeşi Lizaveta’ya mirasından hiçbir şey bırakmayacaktı. Kız kardeşini çoğu zaman döver, onun her işini takip etmesi gerektiğini düşünürdü.
Raskolnikov 1.5 rubleyi aldı ve dışarı çıktı. Amaçsızca dolaşıyordu. Sonra birden bir meyhanenin önünden geçtiğini fark etti ve içeri girdi. Yan masalardan birinde oturan ve oldukça sarhoş olan bir adam çevresindekilerle konuşmaya, derdini anlatmaya çalışıyor; fakat insanlar onu başından kovuyorlardı. Adam Raskolnikov’la tanışmakta hiç çekinmemişti. Ona ailesi, işi, kendisi hakkında her şeyi anlatmaya başlıyordu. Akıcı bir konuşması vardı ve kültürlü, bilgili bir insan olduğu konuşmasından anlaşılıyordu. Adamın adı Marmeladov’du. Marmeladov eşini çok seviyordu ve ona karşı sonsuz bir saygı duyuyordu. Üç çocuğu vardı. Tüm bunlara rağmen onun da bir zayıf noktası vardı: İçmek… Eski karısından olan çocuğu Sonya babası işten ayrıldıktan sonra, aile çok zor duruma düştüğü için sokaklarda çalışmaya başlamıştı. Bütün bunlara rağmen Marmeladov, kendini toparlamaya, ailesini bu zor durumdan kurtarmaya dair hiçbir çaba harcamıyordu. Sohbet bittiğinde Marmeladov o kadar sarhoştu ki evine gidecek durumda değildi. Raskolnikov ona yardım etti ve onu evine götürdü. Eve girdiklerinde eşi, Katerina İvanovna, ona saldırmaya başladı; çünkü Marmeladov, Sonya’nın kazandığı yirmi rubleyi içki içmek için harcamıştı. Raskolnikov cebindeki elli kapiği de oraya bırakarak uzaklaştı.
Raskolnikov eve geldiğinde kendini çok yorgun hissediyordu; yatağına yattı. Tam o sırada Nastasya ona bir mektup getirdi. Raskolnikov heyecanla mektubu aldı ve Nastasya’nın odadan çıkmasını ekledi. Nastasya odadan çıktığında Raskolnikov mektuba sıkıca sarıldı ve büyük bir heyecanla mektubu okumaya başladı. Mektup annesinden gelmişti. Mektupta Raskolnikov’un kardeşi Dunya’dan bahsediliyordu. Dunya’nın çalıştığı evin sahibinin kocası Dunya’yı seviyordu. Dunya onu reddetse de evin sahibinin kocası, Svidrigaylov, vazgeçmiyordu. Sonunda Svidrigaylov karısı tarafından yakalanmıştı; fakat bütün suç Dunya’nın üzerine yıkılmıştı. Kasabadaki herkes bu olayı duymuştu. Daha sonra olayın doğruluğu ve Dunya’nın suçsuzluğu kanıtlanmıştı. Bir gün Dunya’yla annesinin evine bir adam gelmişti. Adam, Lujin, Dunya’yla evlenmek istiyordu. Dunya bir gün boyunca düşünmüş ve dua etmişti. Sonunda kararı evlenmekten yana olmuştu. Mektubun sonunda annesi Raskolnikov’a yakında yanına geleceğini söylemişti.
Raskolnikov mektubu okumayı bitirdiğinde çok sinirlenmişti. Dunya’nın onun ve annesini fakirlikten kurtarmak için evleneceğini düşünüyordu. Raskolnikov “Bu evlilik olmayacak.” diye düşündü. Dışarı çıktı ve birkaç saat dolaştıktan sonra yorgun düşüp bir yerde uyuyakaldı. Kötü bir rüya gördükten sonra uyandı; eve gitti.
Saat yediye yaklaşıyordu; saat uygundu. Raskolnikov kafasında dönüp duran sorunun cevabını almak için hazır olduğunu hissetti. Saat uygundu. Evine gelirken, yolda, Lizaveta’nın o gün o saatte evde olmayacağını duymuştu. Ceketinin iç kısmına kocakarıyı öldürürken kullanmayı planladığı baltayı koymak için bir ilik dikti. Şimdilik tek sorun baltayı kapıcının dairesinden kimseye görünmeden nasıl alacağıydı.
Raskolnikov merdivenlerden inmeye başladı, ilk defa bu merdivenlerden inerken sessiz olmaya çalışmıyordu. Aşağı indiğinde kapıcının dairesinin kapısı açıktı. Hiç zorlanmadan baltayı aldı ve evden çıktı. Tefeci kadının yaşadığı apartmana geldiğinde içinde hala korku yoktu. Merdivenleri çıkmaya başladı. Artık yavaş yavaş sarardığını ve titrediğini hissetmeye başlamıştı. Kimseye görünmeden çıkmaya çalışıyordu; ikinci katta boya yapan adamlar vardı. Onlara da görünmeden yukarı çıktı. Tefeci kadının kapısındaki çıngırağı çaldı. Biraz zaman geçtikten sonra kapı aralandı; kocakarı herhangi bir tehlike olmadığından emin olduktan sonra kapıyı açtı. Raskolnikov daha önce sıkıca paketlediği kül tablasını kadına uzattı. Kadın arkasını dönüp paketi açmaya çalışırken bir yandan da söyleniyordu. Raskolnikov tam bu sırada kadının kafasına baltayla vurdu. Kadının ölü bedeni yerde yatıyordu. Raskolnikov o an bir titreme krizine yakalandı. Kendini biraz daha iyi hissettikten sonra kadının odasına girdi. Tahmin ettiği gibi kocakarı rehinleri yatağının altında saklıyordu. Birkaç parça rehini ceplerine doldurduktan sonra içerden bazı seslerin geldiğini duydu. Lizaveta ablasının cesedi önüne eğilmiş ağlıyordu. Raskolnikov’un içeri girdiğini fark ettiğinde korkudan ağlamaya başlamıştı. Raskolnikov baltayla üzerine yürüyordu. Raskolnikov yaklaştıkça bedeni üstünde sürünerek kaçmaya çalışan Lizaveta Raskolnikov’dan onu bağışlamasını istiyordu. Gözleri korkudan kocaman olmuş, kesin bir korkuyla Raskolnikov’a bakıyordu. Raskolnikov planda olmamasına rağmen Lizaveta’yı da öldürdü. Raskolnikov’a göre bir kişinin toplumdaki binlerce kişinin refahı ve mutluluğu için ölmesinin bir zararı yoktu. Üstelik tefeci kadın çok kötü bir insandı. Raskolnikov bunları düşünürken birden kapının çalındığını duydu. Birisi büyük bir hırsla kapıyı çalıyordu. Raskolnikov heyecandan ne yapacağını bilemez hale gelmişti. Kalbi yerinden çıkacak gibi oluyordu. Raskolnikov hızla ama sessizce kapıya yaklaşıp sürgüyü çekti. Adam gitgide sinirleniyordu. Evinden hiç dışarı çıkmayan bir kadının nasıl olup da kendisine işi düştüğü gün dışarı çıktığını anlamıyor ve kızıyordu. Gürültüyü duyan, alt katlardaki dairelerden birnde oturan bir adam, adamın yanına geldi. İki adam beraber çıngırağı çalıyorlardı. Sonradan gelen adam bir şeyler olduğundan şüphelendi ve diğer adama kapıda beklemesini söyledi. Kendisi kapıcıya çağırmaya gitti. Uzun süre geri dönmeyince kapıda bekleyen adam aşağıya, neler olduğunu öğrenmeye indi. Raskolnikov bunun tek şansı olduğunu düşündü ve hızla merdivenlerden inmeye başladı. Tam o sırada bir grup adamın konuşarak yukarı çıktığını duydu. Tam umudunu yitirdiğini, her şeyin bittiğini düşündüğü anda boyacıların boya yaptığı dairenin kapısının açık olduğunu gördü. Hemen içeri girdi ve kapının arkasına saklandı. Merdivenden çıkan adamlar, Raskolnikov’un bulunduğu katı geçtikten sonra Raskolnikov hızla apartmandan dışarı çıktı. Çok korkmuştu ve kendini yorgun hissediyordu. Her zaman gittiği yol yerine diğer yoldan evine gitti. Baltayı temizleyip aldığı yere bıraktı. Titremesi hala geçmemişti. Aldığı mücevherleri ve takıları duvarında bulunan bir oyuğa sakladı; fakat daha sonra bunun çok aptalca bir fikir olduğunu düşünerek rehineleri dışarıda bir yere saklamayı düşündü. Evinden uzaklaştıktan sonra; yürürken büyük, eski, terkedilmiş bir ev fark etti. Evin avlusunda büyük bir taş vardı. Taşı tüm yorgunluğuna rağmen kaldırdı ve rehineleri altına sakladı. Taş tam yerine otursun diye altını biraz daha kazdı. Taşı yerine koyduğunda hiçbir şeyin belli olmadığını anladı ve evine geri döndü.
Raskolnikov uyandığında başında duran üniversite arkadaşı Razumihin ve Doktor Zosimov’u gördü. Ama bu duruma pek sevinmemişti; bu yüzden de onları evinden kovdu ve dışarı gidip bir bara oturdu. Garsondan eski gazeteleri istedi ve geldiklerinde hepsini teker teker okumaya başladı. Kocakarıyla ilgili gazete haberlerin çıktığını duymuştu Razumihin ve Zosimov’dan. Gazeteleri okurken yanına bir polis memuru geldi. Ve Raskolnikov ona deli bir ruh haliyle cinayetten bahsetti; fakat varsayımlar üzerine konuşuyordu. Eğer onların düşündüğü gibi cinayeti kendisi işleseydi neler yapacağını, bunların hepsi zaten yaptığı şeyler de olsa, anlatmaya başladı. Korktuğunu, endişelendiğini hiç hissettirmedi. Karşısındaki polisin tam gözlerinin içine bakıyordu. Bardan çıktığında onu gerçekten korkuttuğu için sevinmişti.
Bir gün Raskolnikov yolda yürürken, at altında ezilen bir sarhoş gördü. Olay yerine gittiğinde bu adamın meyhanede tanıştığı Marmeladov olduğunu gördü. Çevresindekilerin de yardımıyla zaten Marmeladov’un yakında olan evine taşınmasını sağladı. Adamı eve getirdiklerinde Katerina İvanovna telaşlanmıştı. Yine de gerekli tedavileri yapabiliyordu. Marmeladov öleceğini anladığında doktor değil rahip istediğini söyledi. Eve gelen bir rahibin duasını okumasıyla beraber hayatını kaybetti. Raskolnikov babası ölmeden önce odaya giren kızı fark etmişti. Bu kız Sonya’ydı. Tanımıştı çünkü üzerinde sokakta çalışanların giydiği türden bir kıyafet vardı. Kız babası öldükten sonra ona sarılarak ağlamaya başladı. Raskolnikov cenaze masraflarını karşılaması için yirmi ruble bırakarak gitti.
Ertesi gün eve döndüğünde annesi ve kız kardeşi Dunya’nın kendisini beklediklerini gördü. Çocuğunun halini gören anne şaşkınlıktan titriyordu. Razumihin de evdeydi ve annesiyle kız kardeşine Raskolnikov’un hastalığından bahsetmişti. Annesi Raskolnikov’u Lujin’in geleceği görüşmeye çağırırken korkmuştu. Ertesi gün Lujin onları ziyaret ettiğinde, Raskolnikov Lujin konusundaki yargıları konusunda haklı çıkmanın gururu ile gülüyordu. Lujin, Dunya’yı aşağılamış, onların fakir bir aile olduğunu değerlendirerek kendilerinden onun egemenliği altındaymış gibi davranmalarını isteyince evden kovuldu. Hemen ardından Raskolnikov elveda diyerek evden ayrıldı. Evdekiler bu duruma çok şaşırmışlardı. Annesi, oğlunun bu tavrı karşısında ağlamaktan başka çıkar yol bulamıyordu. Kendisini o kadar çaresiz hissediyordu ki… Raskolnikov evi terk ederken, Razumihin’in peşinden geleceğini biliyordu. Bu nedenle biraz ileride onu bekliyordu. Razumihin yanına geldiğinde, onun zaten Dunya’ya âşık olduğunu bildiği için, annesi ve kız kardeşini Razumihin’e emanet etti.
Raskolnikov Marmeladov’un cenazesi için onun evine gittiğinde Sonya da ordaydı. Raskolnikov farkında olmadan da olsa Sonya’ya karşı bir his besliyordu. Sonya’nın ailesi için yaptığı fedakârlıklar Raskolnikov büyülemişti. Birkaç gün boyunca Sonya’yı düşündü ve fırsat buldukça onunla konuşmaya çalışarak geçirdi vaktini.
Polis memuru Porfiri, Raskolnikov’un, Mikolka adında bir genç(boyacılardan biri) cinayeti işlediğini itiraf etmesine rağmen, cinayeti işlediğini biliyor ve onun psikolojik durumunu bildiği için, itiraf etmesi için onu sıkıştırıyor ama tutuklamayacağını söylüyordu. Bu durum Raskolnikov’u çok sinirlendiriyordu.
Raskolnikov cinayeti işlediğini Sonya’ya itiraf etmişti. Sonya, Raskolnikov’a gidip teslim olmasını, yere kapanıp Allah’tan ve insanlardan özür dilemesini istiyordu.
Sonuç olarak Raskolnikov vicdanının verdiği acıya dayanamayarak suçunu polise itiraf etti. Mahkeme Raskolnikov’un iyi hali, parayı kullanmadığı, daha önceki yaşamında verimli bir üniversite öğrenimi yaptığı, fedakâr kişiliği ve kendi kendine teslim olmasından dolayı, çok az bir cezayla sekiz yıl kürek mahkûmiyetine çarptırıldı. Sonya Raskolnikov’u her gün ziyaret ediyordu. Sibirya’da ailesi ile sürekli mektuplaşan Sonya, Razumihin ve Dunya’nın tek haber kaynağıydı. Petersburg’da Dunya ve Razumihin evlenmişlerdi. Raskolnikov, Sonya’nın sevgisiyle hayata bağlandı ve geleceğin planlarını beraber hayal etmeye başladılar.

ESER HAKKINDA:

Suç ve Ceza Dostoyevski nin en güzel eserlerinden biridir. Romandaki ana düşünce, başkalarına yapılan suçun cezası mutlaka çekilir esasına dayanmaktadır. Rusya nın büyük şehirlerinden birindeki yoksul halkın hayatı dile getirilmektedir. Bu romanını paraya duyduğu ihtiyaç nedeniyle yazdı. Eseri yazmaya başladığı zaman karısı ağır hastaydı.Karısının başucunda beklerken bu şaheserini yarattı. İlk kez, 1886 yılında yayımlandı. Romanın kahramanı Rodion Raskolnikov un Rus Faust u olduğunu söyleyenler var .Ortak yönleri ikisinin de yoksul öğrenci ; gururlu ve ihtiraslı olmalarıdır. Her ikisi de üstün zekalarından ötürü duydukları gururla suç işlerler.Kendilerine bağlı bir kadının aşkı ile doğru yolu bulurlar.

KISACA ÖZET :

Ruhsal sorunları olan, üniversite öğrencisi Raskolnikof kendini çok akıllı bulur. Sosyetede bir yer etmek İçin de ne olursa olsun para bulmalıdır. Sonunda tefeci bir kadını öldürerek parasını alır. Fakat, böyle bir yöntemle para elde ettiğinden vicdan azabı çekmeye başlar. Kendinden nefret eder, toplumdan bütünüyle uzaklaşır. İşlediği suçun topluma zararı olmadığını, tersine toplumun bir tefeciden kurtulduğunu düşünse de, bu pişmanlık duyguları hafifletmez. Arkadaşlık ettiği polislerden olayın kapanmak üzere olduğunu öğrenince rahatlayacağına, büsbütün vicdan azabına tutulur ve suçunu itiraf eder. Belki de göreceği ceza acılarını hafifletecek, onu rahatlatacaktır.

KİTABIN KARAKTERİSTİĞİ:

Suç Ve Ceza; birçok insana göre dünya klasiklerinin ilk onuna giren bir kitap. Türkiye’de de bir çok farklı kitapevi tarafından baskıları yapılmış. Okura önemli notum; dünya klasiklerinden okumak arzusunda iseniz, orjinalinden tam olarak çevrilmiş olanı tercih edin. Ve mümkünse anadilinden çevrilmiş olanı. Karşınıza muhtemelen kalın iki cilt çıkacaktır. Bu sizi korkutmasın. Benim okuduğum “Suç Ve Ceza” kolay bulunabilen hayli kısaltılmış bir kitaptı.

Suç ve Ceza Ayrıntılı Geniş Çok Uzun Özet

Suç ve Ceza - Dostoyevski

Ayrıntılı Geniş Çok Uzun Özet

Çok sıcak bir temmuz akşamıydı.Kiracı olarak kaldığı tavan arasındaki oda fırın gibi yanıyordu.Dışarı çıkmak, biraz temiz hava almak ve nehir kenarın oturup serinlemek istiyordu.
Kapıdan çıkacağı sırada ev sahibi kadınla karşılaşmaktan korkuyordu.Odanın bir kaç aylık kirası ve yemek borcu birikmişti.Ne zaman dışarı çıksa pansiyoncu kadının tehdit dolu bakışları ile karşılaşıyor; utancından ne diyeceğini şaşırıyordu.
Üç dört ay öncesine kadar her şey yolunda gidiyordu.Annesinin gönderdiği harçlık ve ders vererek kazandığı bir kaç kuruş, masrafını karşılamaya yetiyordu.Annesinden ve bir kız kardeşinden başka hayatta kimsesi kalmamıştı.Kız kardeşi aileye yük olmamak için bir toprak ağasının evine hizmetçi olarak girmişti.Annesi ölen babasından kalan emekli maaşı ile geçiniyordu.Ana-kız arttırdıkları parayı evin tek oğlu olan Roskolnikov'a gönderiyor, onun okuyup büyük bir memur olmasını istiyorlardı.Delikanlıda devam ettiği hukuk fakültesini bitirmek , iyi bir avukat olmak ve annesi ile kızkardeşini yanına alarak; onları rahat ettirmek istiyordu.
Fakat, birden işler öyle ters gitmeye başladı ki; hem annesinden ve kızkardeşinden gelen paralar kesilmiş hemde ders verdiği müşterilerin, kaybetmişti.Evden para gelmeyişi bir yana haber bile alamıyordu.Para ile birlikte mektuplarında arkası kesilmişti Kötü bir şeyler olduğu muhakkaktı.
Fakirliğin ağır pençesi, sefaletide beraberinde getirdi.Ne fakültede ki dersleri takip edebiliyor, ne de bir kimseyle görüşüyordu.İlk ay, evden para gelince geri almak niyetiyle, baba yadigarı altın çerçeveli cep saatini tefeci bir kadına rehin bırakmıştı.
İnce yüz çizgileri, güzel kara gözleri, esmer teni ve biraz uzunca boyu ile yakışıklı ve narin bir gençti.Fakat öyle kötü giyinmişti ki görenler onu dilenci sanıyorlardı.Bu durumdan kurtulmak için önceden tanıdığı tefeci kadını öldürmeyi planlıyordu.
Kanal boyunca yürüdü.Büyük bir binanın önünde durdu.Önceden planladığı bu tehlikeli işe nasıl olupta karar verdiğine kendiside inanamıyordu; ama artık bir kere karar vermişti ve mutlaka gerçekleştirmeliydi.Bütün geleceğini buna bağlıyordu.Gerçi şimdilik sadece deneme için gidiyordu ama yinede bir korku vardı.Bu korkuyla tefeci kadının kapısının önüne geldi ve kapıyı çaldı.Kadın kapıyı açtı.Ufak boylu, çelimsiz, sıska bacaklı, sivri burunlu, yassı alınlı, tilki bakışlı bir ucuze idi.Raskolnikov'a ne istediğini sordu.Raskolnikov; “rehin bırakmak ve biraz para almak için geldiğini” söyledi.Bunları söylerken bir yandan etrafı kolaçan ediyordu.Kocakarı arkasını arkasını dönüp, kasanın anahtarıyla iç odaya girdi ve odanın kapısını kapattı.Raskolnikov dikkatle kulak kabartıp kadının anahtarla çekmeceyi açtığını duydu.
Tefeci kadın geri döndü ve parasını faizli almak şartıyla Raskolnikov'a uzattı.İtiraz etmeden parayı aldı.
Raskonikov biraz dolaştıktan sonra eve geldi.Pansiyonun hizmetçisi annesinden mektup geldiğini söyledi.Mektubu açtığında annesinin neden mektup yazmadığını, para göndermediğini, kardeşi Dunya'nın evleneceği haberini okudu.

Raskolnikov'un birden aklına tefeci kadın geldi.Daha ilk görüşte nedense ona karşı derin bir nefret duymuştu.O günden sonra bütün zamanını kocakarının servetini düşünmekle geçirdi.Onu öldürüp öldüremeyeceğini, kendisinde bu cesareti bulup bulamayacağını sorup durdu.
Birgün odasında otururken aniden yapacağı o korkunç işi hatırladı.Merdivenin başına gidip aşağıyı dinledi.Çıt yoktu.Tekrar odasına geldi.Gerçi yapılacak fazla bir hazırlığı yoktu.Önce paltosunun iç tarafına, koltuk altına gelen yerine bir askı dikmesi gerekiyordu.Yatağının altından bir torba çıkardı ve eski bir iç çamaşırının eteğini şerit halinde yırttı.Şeridi iki ucundan katlayıp paltosunun koltuk altına dikti.Bu askıyı balta asmak için yapmıştı.Paltosu çok bol olduğundan koltuk altında bir balta taşıdığını kimse anlamazdı.
Planın ağırlık noktası balta idi.Platosunu sırtına geçirdi.Vakit geçirmeden baltayı aldı, koltuk altındaki askıya taktı.Ve sokak kapısından dışarı çıktı.
Sanki cinayet işlemeye giden biri değilde gezintiye çıkmış bir adam hali vardı.Buna kendiside şaşırıyordu.Halbuki bu işe başladığında çok korkacağını, elinin ayağının birbirine dolaşacağını düşünmüştü.
Tefeci kadının kapısının önüne gelince baltasını yakaldı ve derin bir nefes aldı.Acaba heycanı geçinceye kadar beklesem diye geçirdi içinden.Birden kararını verdi.Kapıyı çaldı.Tefeci kadın kapıyı biraz aralı***** kim olduğunu sordu. Raskolnikov kadına cesaret vermek için sesini elinden geldiği kadar yumşatarak;”-İyi akşamlar İvonavna! Size bana verdiğiniz para karşılığında kıymetli bir rehin getirdim.Daha öncede borç almıştım.kıymetli bir parça getireceğimi söylemiştim onu getirdim.”
İçeri girer ve kadına rehini uzatır.Kadın paketi açıp, içindekine bakmak için arkasını dönüp pencereye doğru yürüdü.
Tam zamanı diye düşündü Raskolnikov. Paltosundan baltayı çıkardı.Kadın tehlikeyi sezmiş gibi başını çevirdi.Aynı anda balta kadının tepesine indi.
Koca karının yerde kıvrandığını gören Raskolnikov bütün gücüyle bir kaç defa daha baltayla kadının kafasına vurdu.Kadının üzerine eğilip ölüp ölmediğini kontrol etti.Anahtarı kadının cebinden çıkardı.Para sandığının bulunduğu odaya koştu.Sandığı açtı.İçinde borç karşılığı bırakılan rehinler vardı.Eline geçirdiğini ceplerine doldurmaya başladı.Fakat hepsini almaya fırsat bulamadı.Birden kocakarının ölüsünün olduğu odadan bir ses geldiğini duydu ve baltayı kaptığı gibi odaya fırladı.Odaya geldiğinde kocakarının kız kardeşi Lizvetta ile göz göze geldi.Kızcağız kımıldamadan öylece kalmıştı. Raskolnikov hiç düşünmeden baltasını kıza doğru kaldırdı.Lizavetta öylesine çaresiz, öylesine korkmuştu ki balta tepesine doğru inerken sadece gözlerini kapatabildi.Elindeki bohça ile yere yığıldı.
Hiç hesapta olmayan bir ikinci cinayet delikanlının planını alt üst etti.Kocakarının servetini ele geçirmeyi unutmuş, bir an önce kaçıp kurtulmayı düşünüyordu.
Tam merdivenlerden inmek üzereyken ayak sesleri duydu.Ayak sesleri gittikçe yaklaşıyordu.Ya buraya geliyorlarsa diye düşündü.Artık şüphesi kalmamıştı.Gelenler doğruca kocakarının kapısının önüne geldi.Çıngırağı çaldı.Cevap gelmeyince adamlardan biri kadını sormak için aşağıya indi.Diğeri ise kapıda onu bekliyordu.Raskolnikov bir an önce gitseler ve şu azaptan kurtulsam diyordu içinden 
Biraz sonra kapıdaki adamda sabırsızlanmaya başladı.”-Nerde kaldı şu adam ? Beni bekçi gibi kullandı.” diyerek nöbeti bırakıp merdivenlerden inmeye başladı.Biraz sonra etraf sessizleşti ve Raskolnikov oradan uzaklaştı.
Eve gelince baltayı aldığı yere koydu ve odasına çıktı.Cebindekileri boşaltıp bulunduğu odanın duvarındaki çukura koydu.Arkada delil bırakmamak için her şeyi tekrar gözden geçirdi.
Aldıklarının odasında güvenli olmadığını düşünerek onları ormana götürüp bir taşın altına koydu.Etrafına baktıktan sonra oradan uzaklaştı.İçinde heyecanlı bir çoşkunlukla yürüyordu.”Sanki bütün delilleri yok ettim.Her şeyi taşın altına gömdüm.” diyor ve arkasından gülüyordu.
Odasına döndüğünde akşam olmuştu.Yorgun ve enerjisi tükenmiş bir haldeydi.Yatağına uzandı kendisini kaybetti sanki.
Bu kendisini kaybediş uzun müddet devam etti.Nihayet bir gün gözlerini açtı.Yanında en yakın arkadaşı Razumihin duruyordu ve hasta yatağında yatarken onu muayene eden doktod vardı. Razumihin “doktorun bir sinir krizi geçirdiğini ve önemli bir şeyi olmadığını söyleyerek bizleri teselli ettğini” söyledi Raskolnikov'a.
Bir müddet Raskolnikov yatağından kalkmadı ama içinde anlam veremediği bir sıkıntı vardı.Bu sıkıntının sebebini öğrenmek istiyormuş gibi hiç birşey düşünmeden çıkıp dolaşmak istiyordu. 
Yolda dolaşırken meyhanede tanıştığı bir arkadaşının kaza yaptığını gördü ve koşarak yanına geldi. Omuzlarına alarak onu eline getirdi. Fakat getirdikten sonra öldü. Karısı bir yandan çocuklar bir yandan ağlıyorlardı. Raskolnikov cebindeki paranın hepsini çıkarıp kadına verdi. Cenaze masraflarını bununla karşılamasını söyledi ve oradan uzaklaştı.
Rıhtımı takip ederek köprüye geldi. Korkuluklara tutunup çevreyi seyrediyordu. Birden aklına arkadaşı Razumihin geldi. Nerede oturduğunu hayal meyal hatırlıyordu. Bir kapıcıya sorarak Razumihin'i buldu. Geldiğinde arkadaşlarıyla birlikte ziyafetteydiler. Raskolnikov içeri geçmeden Razumihinle dışarı çıktılar. Biraz dolaştıktan sonra Raskolnikov'un pansiyonuna geldiler. Eve geldiklerinde annesi ve kardeşi içeride oturmuş onu bekliyorlardı. Karşılaştıklarında anne oğluna sarılarak, bir çığlık attı. Raskolnikov'un ne cevap verecek ne de herhangi bir tepkide bulunacak hali kalmamıştı.
Annesi Raskolnikov'un rahatsız olduğunu anladı ve yanından ayrılmak istemiyordu. O ise kendisini üzmeyip gitmelerini istedi.
Anne-kız Razumihinle birlikte kalacakları pansiyona gittiler. Razumihin “Merak etmeyiniz. Ben Raskolnikov'a göz kulak olurum.” diyerek aradan ayrıldı. 
Ertesi gün Raskolnikov'un odasına çıkan merdivenin başına gelince, Dunya annesine; “Lütfen kendini biraz toparla... Yüzün sapsarı olmuş. Ağabeyim seni bu halde görünce üzülür; onun sevince, mutluluğa ihtiyacı var.” diyerek önde Razumihin arkada anne-kız Raskolnikov'un odasına çıkarlar.İçeriye girdiklerinde Raskolnikov çoktan yataktan kalkmış, giyinmiş hazır bekliyordu.Düne kıyasla iyi durumdaydı.Annesi şefkatle oğluna baktı.

Raskolvikov olup bitenleri anlatmaya başladı.”-Senin binbir güçlükle tedarik edip bana gönderdiğin parayı, arabanın altında ezilerek ölen sarhoş bir adamın karısına cenaze masraflarını karşılaması için verdim.Kadın hem hasta hemde veremli zavallı.Üstelik üç tane küçük yetimi var.”
Annesi;”-Hayır oğlum ! Kendine haksızlık ediyosun, senin ne merhametli olduğunu bilmezmiym? Sen yaratılıştan iyi kalpli bir çocuksun.Her ne yaparsan, yaptığın şeylerin doğru olduğunu biliyorum.” dedi.
Tam bu sırada kapı vuruldu; içeri ürkek adımlarla genç bir kız girdi.Bütün gözler kıza çevrildi.Raskolnikov ilk anda tanıyamadı,gelen Sonya idi.Kazada ölen adamın kızı idi.
Sonya;”Katerine İvonavna gönderecek başka kimsesi olmadığı için beni gönderdi.Yarın sabah yapılacak olan cenaze törenine katılmanızı, sonrada bize yemeğe buyurmanızı söylememi ve ondan bu şerefi esirgememenizi söylememi istedi.” Bu arada anne-kız kalkmak için izin isteyip gittiler.
Daha sonra Raskolnikov Razumuhi'nin kulağına eğilip;”-seninle görüşecek bir işimiz var” dedi.Sonya'da gitmek için izin istedi.Raskolnikov;”hayır ! Sizden saklayacak bir şeyimiz yok.” dedi.Ve Sonya'nın cevabını beklemeden Razumihin'e tefeci kadına verdiği rehinlerden bahsetti.”-Öldürülen tefeci kadına rehin bırakanların ifadeleri alınıyormuş.Bende paraya sıkıştığım zamanlar o kadına bazı rehinler bırakmıştım.Gerçi ifade sırası henüz bana gelmedi.Önemli olan bu verdiklerimin arasında kızkardeşimin hediyesi olan altın bir yüzükle baba yadigarı gümüş bir saat vardı.Bana bir akıl ver ne yapayım? Bizzat Porfiri' ye çıkıp durumu anlatsam,saati verirmi acaba ?”
Razumihin Sevinçten çığlık atar gibi;
“Demek o kadını bu sebeple tanıyordun.Vay anasını be! Neden daha önce söylemedin? Bizde sanmıştık ki ...”
Büyük çam devirdiğini farkederken Razumihin hemen ağız değiştirdi;”Porfiri anlayışlı adamdır hemen gidelim” dedi.
Bütün vücudu sıtmaya tutulmuş gibi titriyordu.Hayatında ilk defa sevinç ve korku karışımı böyle bir duygu yaşıyordu.Hiç bilmediği yeni bir duygu.
Raskolnikov, Razumihin'le birlikte Porfiri'nin evine giderken çok düşünceliydi.Razmuhin;”Porfiri seninle tanışmak istiyordu.Ne zaman birlikte olsak senden söz açıyor, sağlığınla yakından ilgileniyor, hakkında hemen her şeyi biliyor, hukuk fakültesine devam ettiğini, gazetelere fikir yazıları yazdığını, ders verdiğini, para sıkıntısı çektiğini biliyor.Sence bu özel ilginin sebebi nedir ?” dedi.
Raskolnikov;”Bilmem dedimya! Tuhaf adamdır.Herkesten ve her şeyden şüphelenir.Polis kafası işte...”

Biraz sonra Porfiri geldi.Misafirlerine yol gösterdikten sonra oturmalarını rica etti.Derken Porfiri bir müddet sonra tefeci kadının öldürülmesinden bahsetti.Kadının öldüğü sırada alt katta bulunan boyacıları hatırlattı.
Raskolnikov'a dönerek;”-ikinci kata gelince, hatırladınızmı? Kapısı açık bir daire vardı.içerde iki kişi çalışıyordu.Bunlardan birini olsun görmedinizmi?”
Raskolnikov hafızasını yoklar gibi yaptı.Aynı anda bu soruda nasıl bir tuzak olduğunu nerede ise Porfiri'nin yüzüne haykıracaktı; fakat bundan hemen vazgeçti...
“- Boyacılarmı? Hatırlamıyorum ...”
Razumihin”-Artık şu cinayet hakkında bir kelime daha işitmek istemiyorum ! Haydi Raskolnikov gidelim ! Seninde Porfiri'den kalır yanın yok.” dedi ve oradan ayrıldılar.
Raskolnikov artık herşeyi Sonya'ya anlatmaya karar verdi ve Sonya'nın yanına gitti.
Sonya ona şefkatle baktı;”- Ne oldu size,neden bu kadar acı çekiyorsunuz? İçinizi kemiren, ruhunuzu derinden yaralayan, vicdanınızı devamlı rahatsız eden nedir? ”
Raskolnikov acı acı gülümsedi;”Anlatsamda anlamayacağını biliyorum !....Hem başında bunca bela varken ...Neden birde benim derdimi yükleneceksin?”
“O halde buraya niçin geldiniz?”
“Korkma sana bir zararım dokunmaz ...Hastayım ama aklım başımda ...Dün Lizavetta kimin öldürdüğünü söylemeyeceğime söz vermiştim.”
“Gerçektan Lizavetta'yı kimin öldürdüğünü biliyormusun?”
“Evet biliyorum.Ama o Lizavetta'yı öldürmek niyetiyle yola çıkmamıştı.Bir hastalığı bir mikrobu yani tefeci kocakarıyı ortadan kaldırmak için gimişti.Kocakarının evde yalnız olduğu bir zamanı seçmişti.İçeri girdi, baltasını çıkardı.Kocakarıyı öldürdü.Tam o sırada Lizavetta üzerine geldi.Katili gördü.Adamın düşünecek zamanı yoktu...Geride şahit bırakmamak için onuda öldürdü.Şimdi her şeyi anladınmı Sonya?”
Sonya dehşetli bir çığlık kopardı.Sonra ayağa kalkarak bir anne şefkati ile Raskolnikov'u kucakladı.Hıçkırarak Raskolnikov'a neden böyle bir şey yaptığını sordu.
Raskolnikov'a o anda tuhaf bir şeyler oldu.İçine taa kalbinin derinliklerine sıcak bir şeyler aktı.Çoktandır yabancısı olduğu bir duygu ruhunu ferahlattı.Sonya'ya gülümseyerek.
“Sen ne tuhaf bir kızsın? Bütün gerçeği öğrendiğin halde, benden kaçacağına kucaklıyorsun...Hayır sen ne yaptığını bilmiyorsun...Aklın başına gelince benden kaçarsın.”
“Hayır benim aklım başımda !”
“Demek benden nefret etmiyosun? Benden yüz çevirmiyorsun.”
“Hayır senden nasıl yüz çevirebilirim? Hiç bir zaman ve hiç bir yerde seni bırakmayacağım !...Hep peşinden geleceğim.Seni bırakmam ! Hapsede seninle birlikte geleceğim...Kürek cezası da verseler, sibirya'ya da sürseler senden ayrılmayacağım !...”
Raskolnikov birden;”Ne hapsi? Ya hapse girmek niyetinde değilsem?”
“Böyle vicdan azabı çekerek yaşamak daha mı iyi?”
“Ben ne aptalmışım tefeci kocakarıyı, bir hastalığı öldürmekle sistemi değiştireceğimi sandım.Halbu ki doğru dürüst öldürmesini bile beceremedim.Zavallı günahsız bir cana kıydım.”
Bir kaç gün sonra Porfiri Raskolnikov'i ziyarete geldi.
“Özür dilerim çoktandır gelmek istiyordum; fakat bir türlü fırsat bulamadım.Eğer işiniz varsa engel olmayayım.”
“Rica ederim, oturunuz lütfen !”
“Şunu bilmenizi isterim ki gelişim resmi değildir.Dün size uğradım kapını kilitli idi.Siz hiç kapınızı kilitlemez misiniz?”
“Hırsızlardan veya başkalarından gizlediği bir şey olanlar kapılarını kilitler.Benim ne hırsızlardan tamah edeceğim kıymetli bir şeyim nede başkalarından gizlemek zorunda olduğum bir ayıbım var...Böyle olunca kapı kilitlemek zahmetine girmiyorum.”
Porfiri PETROVİÇ birden ciddileşti.
“Biliyorsunuz, son görüşmemizde aramızda tatsız bir sahne geçmişti.Bütün bunlara bir son vermenin zamanı geldi sanırım...Eğer şu Nikolay'da çıkıp itirafını yapmasaydı işin nereye varılacağı kestirilemezdi.”
Raskolnikov Porfiri'yi dikkatle izliyor,Maksadının ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.
Porfiri;”Çabuk kızan bir micazınız olduğunu taa işin başında keşfetmiş, bütün ümidimle bu keşfe sarılmıştım.Eğer üzerine gider onu kızdırırsam sarfedeceği sözlerden işime yara küçük bir delil yakalayabilrim diye düşünüyordum.Psikolojik deyil elle tutulur bir delil gerekiyordu bana.Size karşı suçlu duruma düştüm...Ne yaparsınız bazen çok ümit bağladığınız bir konu hiç beklemediğiniz bir şekilde sonuçlanıverir.”
Raskolnikov'un içine bir korku düştü, Porfiri PETROVİÇ gibi bir kurdun, kendisini yenilmiş gibi göstermesi pek hayra alamet bir şey değildi.Mutlaka bunun arkasında yeni bir plan vardı.
Porfiri;“bu olayların nasıl başladığını ve sizden neden şüphelendğimizi anlatacak değilim...Hakkınızda çıkan ve kimler tarafından çıkarıldığı belli olmayan dedikodular üzerinde durmayacağım.Suçlu kendi ayağı ile geldiğine ve katil olduğunu itiraf ettğine göre bunların ne önemi var? Bir savcının elinde kesin deliller olmadıkça kimseyi doğrudan suçlayamaz.”
Raskolnikov;”İyi ama bana bunları neden anlatıyorsunuz? Nikolay gibi bir adamın iki kişinin katili olduğuna inanmıyorsunuz beni kendi yerinize koyun.Vicdanınız sızlamadan bu dosyayı kapatır, onu zindana gönderirmisiniz.”
“Size daha önce söyledim.Madem Nikolay'ın katil olduğuna inanmıyorsunuz, o halde gerçek katili bulun!...Ve delili gösterin ve benim uğraşmayı bırakın!”
“Sizinle uğraşan kim? Ben Nikolay'dan bahsediyorum...Onun katil olduğuna inanmadığımı söylüyorum.”
“Peki o halde kocakarıyı kim öldürdü?”
“Ne demek kim öldürdü? Tabi ki siz öldürdünüz.Ben buraya sizi ziyaret etmeye gelmedim.İşin gerçeğini bildiğimi söylemeye geldim.”
“Ben öldürmedim !”
“Bu cevaba inanmayacağımı siz pekala biliyorsunuz...Hayır siz öldürdünüz sizden başkası olamaz.”
“Eğer katil bensem neden tutuklamıyorsunuz? Elinizde kesin deliller olmadığını neden itiraf etmiyorsunuz?”
“Elimde küçük de olsa ip uçları var.”
“Beni ne zaman tutuklamayı düşünüyorsunuz?”
“İki gün izin veriyorum.Hani şeytana uyarda canına kıymak gibi bir delilik yaparsan intihar etmeden önce taşın yerini iki satırlık bir pusula ile bildiriver.Hadi bana Allaha ısmarladık!”
Raskolnikov annesine ve kızkardeşine veda etmek için yanlarına geldi.
Annesi oğluna sarılarak;”Neredeydin? Niçin anneceğini ihmal ediyorsun?”
Raskolnikov annesini kucakla***** saçlarından öptü;”Seni üzdüğüm için beni affet! Nereye gidersem gideyim,sonuna kadar sizi unutmayacağım.Dualarını üğzerimden eksik etme!” diyerek Hızla yürüyüp kapıdan çıkıp gitti.
Raskolnikov herşeyi en ince ayrıntısına kadar anlatıp, cinayeti kendisinin işlediğini ispat etmesine rağmen mahkeme bekledğinden uzun sürdü.
Katilin kendiliğinden teslim olması, suçu üzerine alan başka biri bulunduğu halde gelip bunu yapması, Lizavetta'yı şuurunu kaybettği bir sırada öldürmesi hafifletici sebeplerden sayıldı.İkinci dereceden kürek çekmek cezası ile sekiz yıla mahkum edildi.
Sibirya'da geniş ve ıssız bir ırmağın kıyısında yeni bir şehir yükseliyordu.Bu şehrin içinde yüksek bir kule inşa edilmişti.Kule ikinci dereceden kürek mahkumları için hapishane görevi yapıyordu.Bu mahkumlardan biride Raskolnikov'du, Sibirya'ya gönderilişnden iki ay sonra kızkardeşi Dunya ile arkadaşı Razumihin evlendiler.Annesi kızının bu mutlu gününde bile gülmedi.Odasına kapanıyor,bütün gün sessizce dua ediyor.Oğlunun nereye gittiğini,başına ne işler geldiğini hiç sormuyor, adeta onu unutmuş gibi davranıyordu.Bir sabah odasında onu ölü buldular.
Raskolnikov annesinin öldüğünü çok sonra öğrenebildi.Sonya bunu kendisine haber verdiğinde üzülmüş gibi görünmedi.Sonya'da Raskolnikov'la birlikte Sibirya'ya gitmiş, kuleye yakın bir oda kiralamış, zor ve seyrekte olsa ona çok soğuk davranıyor, hiç bir şeye ihtiyacı olmadığını söylüyordu.
Bir sene boyunca mahkumlar Raskolnikov'u aralarına almadılar, bir kış gecesi Raskolnikov ağır bir baygınlık geçirerek hapishane revirine kaldırıldı.Hasta olduğu halde gönderilen her işe gitmiş dayanama***** bayılmıştı.
Sonya yine güçlükle izin alıp onu ziyarete gelmişti.Raskolnikov başını kaldırıp kzın yüzüne bile bakmadı.Hiç bir şeye ihtiyacı olmadığını söyledi.
Raskolnikov bir aya yakın yataktan çıkmadı.Sonya hastalığı sırasında ancak iki defa onu ziyaret edebildi.İzin alması kolay olmuyordu.Fakat hemen hemen hergün koğuşun penceresinin altına geliyor, onu görebilmek için saatlerce bekliyordu.
Bir gün koğuş görevlisi dayanamayıp Raskolnikov'a bağırdı.
“Senin yüreğin taştanmıdır ! Şu kızcağıza bir kere bakıp, gülümsesen ölürmüsün ?...”
O anda Raskolnikov'un yüreğine bir ok saplandı.Pencereye yaklaşıp aşağıya baktı.Sonya sanki bir şeyler bekliyordu.
Ertesi gün Raskolnikov Sonya'yı görmek için bekledi fakat gelmedi.Hasta olduğunu fakat hastalığının önemli olmadığını yazan bir pusula gönderdi.Raskolnikovun yüreği sızladı.
Bir hafta sonra Sonya delikalnıyı ziyarete geldi.Raskolnikov yalvaran bakışlarla Sonya'ya baktı Sonya o anda herşeyi anladı.Gözlerinde mutlu bir ışık parladı.Raskolnikov'un onu büyük bir aşkla sevdiğini, onu asla terk etmeyceğini, içine düştüğü bunalımdan nihayet kurtuladuğunu anladı.
Sabretmeye, beklemeye ve katlanmaya söz verdiler.Ölüm ayırana kadar birbirlerini terk etmeyeceklerine yemin ettiler.

Handan Konu Ana Fikir Hakkında Kısa Özet

Handan - Halide Edip Adıvar

Handan Romanının Yazarı Kimdir?

Halide Edip Adıvar’ın eseri olan Handan, mektuplardan oluşmuş bir romandır.

Handan Romanının Konusu Nedir?

Yaşanan bir aşk çerçevesinde İstibdat Döneminin bütün ayrıntıları, halkın ve ülkenin durumu, toplumsal olaylar anlatılmaktadır.

Handan Romanının Özeti:

Refik Cemal evlenmek üzeredir. İstediği kızı yaşadığı mahallenin o döneme göre aykırı gözüken fertlerinden olan dört kız kardeşten biridir. Daha doğrusu Refik Cemal’in evleneceği kız diğerlerinin kuzenidir. Refik Cemal biraz heyecanlı ve de çekingen olarak bu işe kalkışmış ve babasını Neriman’ı istetmeye yollamış. Neriman onun fotoğrafını görünce hemen evlenmeyi kabul etmiştir. Refik Cemal bir akşam Neriman’la tanışmak için yemeğine gitmiş. Refik Cemal Neriman’ı görünce ona vurulmuş işte hayatımın kadını bu diye düşünmüştür. Yemekte Cemal Bey ile koyu sohbete dalmışlardı. Fakat maada boş bir sandalye Refik Cemal’in dikkatini çekmiştir. Tam soracağı sırada Neriman çok kutsal birinden bahsedermiş gibi keşke Handan’da burada olsa diye iç geçirmişti. Cemal beyde Handan’dan bahsetmeye başladı. Handan’ın çok zeki, öğrenmek için çok azimli, çok kültürlü ve çok güzel olduğundan bahsetmişti. Refik Cemal Handan’ın çok özel bir yeri olduğunu anlamıştı.
Refik Cemal bir an önce düğün hazırlıklarına başlamak istediğini bildirince Cemal Bey bunu hemen kabul etmiş ve düğün hazırlıklarına başlanmıştır. Tüm bu işler devam ederken Neriman Avrupa’da bulunan Handan’a danışmaktadır. Bu durum Refik Cemal’i biraz kızdırıyor olsa da pek sesini çıkarmamıştır. Çünkü Handan’ın beğendiği ev eşyaları, Neriman’a beğendiği kıyafetler gerçekten onun da hoşuna gitmişti. Nihayet düğün günü gelir çatar. Refik Cemal rüyalarını süsleyen meleği Neriman’a kavuşur. Aradan bir yıl geçer. Neriman hamile kalır. Fakat tam bu sırada Abdülhamit’in hafiyeleri Refik Cemal’in peşine takılır. Çünkü Refik Cemal kendini geliştirmiş gerçek bir Türk aydınıdır ve istibdat dönemi bunu kabul etmemektedir. Refik Cemal sürgüne gitmektense kendi isteğiyle Londra’ya tayinini ister ve yaptırır. Tam bunu eşine söyleyeceği zaman Refik Cemal ve Server’in ortak arkadaşı olan ve Abdülhamit’in hiç sevmediği ateşli bir Türk aydını olan Nazım'ın amcası köşke gelmiştir. Bu arada Nazım bir süre önce tutuklanmış ve hapishanede intihar etmiştir. O akşam Neriman’da bir tuhaflık vardır. Ağlamaktan gözleri şişmiştir. Refik Cemal sorduğunda Nazım için ağladığını söylemiştir. Kıskançlık Refik Cemal’i farklı şeyler düşünmeye itmiş ve ilk defa Neriman’a kötü davranarak onu konuşturmaya çalışmıştır. Neriman kendisinin Nazım ile bir ilişkisinin olmadığını söylemiş fakat bu konuyu şimdi anlatamayacağını söylemiştir. Bu olaydan sonra Refik Cemal, Handan ve Nazımla ilgili konuyu hiç açmamıştır. Refik Cemal Londra’ya giderek işe başlar. Neriman’da Handan ile Nazım’ın ilişkisini anlatmaya karar verir ve Handan’ın tüm mektuplarını Refik Cemal’e göndermeye başlar. Bu arada Refik Cemal bir kilisede Handan ile karşılaşır ve Handan onu otele davet eder. Handan onu çok iyi karşılar fakat eşi Hüsnü Paşa aynı şekilde davranmaz. Zaten Hüsnü Paşa çok ters bir insandır.
Gelelim Handanla Nazım’ın hikayesine. Handan 13-14 yaşlarında iken kendini çok geliştirmiş ve artık yaşlı insanlarla muhatap olarak düzeydedir. Nazım’ın amcası da bunlardan biridir ve Nazım’ın Handan’a ters vermesini ister. Bir süre sonra Nazım ders vermeye başlar. Bu dönemde birbirlerine iyice aşık olurlar. Fakat Nazım Handan’a aşkını direkt söyleyemez ve ona sen bana ideallerime ulaşırken yardımcı olacak bir eşsin diye ona aşkını anlatmaya başlar. Handan buna çok sinirlenir ve Nazım’ın evlenme  teklifini reddeder. Bu olaydan kısa bir süre sonrada Handan Hüsnü Paşa diye biriyle evlenir. Bu acı olaya dayanamayan Nazım Handan’a bir mektup yazar ve intihar eder. REFİK cemal bunları Neriman ve  Handan’ın mektuplarından öğrenir. Bu yüzden Handan’dan hoşlanmamaktadır. Ama Handanla sohbet etmekten çok hoşlanmaktadır. Refik Cemal Londra’ya gittikten sonra eşini de yanına alır. Handan’da sık sık onlara gitmeye başlar. Bu arada Hüsnü Paşayla Handan ayrılmış ve Handan bunalıma girerek hafızasını kaybetmiştir.
Refik Cemal Handan’ın bakımını üstlenir ve beraber Sicilya’ya giderler. Orada birbirlerine aşık olurlar. Bir ay sonra Handan iyileşir. Fakat Handan Neriman’a ihanet ettiği için çok üzülmektedir. Bu üzüntüden dolayı tekrar hastalanır ve vefat eder. Refik Cemalle aralarındaki aşk dedikodu olarak kalır. Kimileri Handan’a kızar ve ölümüne sevinir, kimileri de onun çektiği acılardan dolayı ona acırlar.

Handan Romanının Ana Fikri:

Ne oldum dememeli, ne olacağım demeli. Çünkü insanın başına nelerin geleceğini kimse bilemez.

Handan  Hakkında:

Handan, Halide Edip Adıvar’ın güzel romanlarından biridir. Hayatın içinden konulara yer veren, etkili bir anlatımı olan faydalı bir kitaptır. Kadın psikolojisini, kadınların yaşadıklarını çok başarılı bir şekilde yansıtan Halide Edip Türk edebiyatının başarılı kadın yazarlarındandır.

Handan Konu Ana Fikir Şahıslar Olaylar Yazar Kısa Özet

Handan - Halide Edip Adıvar

KİTABIN KONUSU

20. yüzyıl başında İstanbul’da yaşayan bir ailenin çok değerli, akıllı, sevimli bir kızının çileli hayatı ve onun çevresindeki insanların ondan etkilenip birbirine yazdıkları mektupları içeren bir kitap.

KİTABIN ÖZETİ

Refik Cemal, Cemal Bey’in baldızı Neriman ile evlenecektir. Neriman Cemal Bey’in kızlarıyla yaşıttır ve onlarla büyümüş, alafranga bir çocukluk geçirmiştir.
Ailenin ayrıca Handan adında bir kızı vardır. Herkesin gözbebeği olan Handan, insanları çok çabuk etkileyebilen, kendisini sevdiren bir kızdır. Neriman’la kardeş gibi olan Handan, Nerman’ı küçüklüğünden beri yetiştirmiş, onu benliği altına almış gibi etkilemiştir. Neriman onun uğruna herşeyini verecek, ölümü bile göze alabilecek durumdadır.
Evlilik zamanı Handan, kocası Hüsnü Paşa ile birlikte Paris’te yaşamaktadır. Handan, gençliğinde Nazım adlı birisini sever ama Nazım sosyalist birisidir. Onun ideallerini ve amaçlarını kendisinden üstün tutup daha çok seveceğini düşünen Handan, Nazım’ın evlenme teklifini reddeder ve Hüsnü Paşa ile evlenir. Nazım bu olay üzerine kendini asar ve sorumlusu olarak Handan’ı gösteren bir mektup bırakır. Handan, bu olaydan dolayı kendini hiç affetmez ve Hüsnü Paşa ile olan evliliği hep sorunlu gider. Zaten Hüsnü Paşa’da onu sadece birkadın olarak sevmekte, sık sık metres bulup değiştirmektedir. Ayrıca bunları Handan’a rahatça söyleyebilmekte ve onların ne kadar güzel olduklarını anlatabilmektedir. Herkes tarafından ölürcesine sevilen Handan, önceleri buna dayanır. Hayatını sevmediği Hüsnü Paşaya adar. Onunla olan sorunlarını kapatmaya çalışır ve evliliğini sürdürmek için elinden geleni yapar. Fakat bu çabası onun gençliğini alır. Sonunda üç aydır ondan ayrı yaşayan Hüsnü Paşanın gönderdiği ağır ithamlarla dolu olan mektubu okuyunca beyninden gelen bir sorunla hasta olur. Hafızasını kaybetmiş, eskiden kalan hiçbirşeyi hatırlayamaz olmuştur. Ona hastalığı boyunca çok sevdiği Neriman ve kocası Refik Cemal bakar. Hüsnü Paşa ise yurt dışında metresleri ile eğlenmektedir. Bu olay onu pek ilgilendirmez. Neriman hamile olduğu için Refik Cemal onunla kalır ve Handan iki üç ay İtalya’da konsultasyonlara tabii kalır. Yanında sadece Refik Cemal ve bir hastabakıcı kalır. Handan, bu süre zarfında Refik Cemal’e aşık olmuştur. Ayrıca Refik Cemal’de ona delicesine severek vurulmuştur. Ancak evli olduğu ve karısını da çok sevdiği için ızdırap duyar, kendisini yer bitirir. Bir süre sonra Handan’ın hafızası yavaş yavaş yerine gelir. Canından çok sevdiği Neriman’ın kocasına, Refik’e aşık olduğunu anlayınca üzüntüsünden vefat eder.

KİTABIN ANA FİKRİ

İnsanların ne olduğu değil, seni sevip sevmediği onemlidir. Eğer ki seni seveni seviyorsan ona karşılık ver ve mutlu ol. Ama sadece düşüncelerinden dolayı seni seveni reddedersen ve seni sevmeyene gidersen çok acı çekeceğin kaçınılmaz bir durum olur.

KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ

HANDAN : Çok akıllı,güzel,okumayı seven,insanları kolayca etkileyebilen,alafranga bir hayat yaşamış,sabırlı ve duygusal bir insandır.
REFİK CEMAL: Kültürlü,utangaç ,karısını çok seven birisidir. Ama sonradan Handan’a aşık olmuştur.
NERİMAN : Güzel,vefalı,çok kültürü olmayan,Handan’ı çok seven ve sadakatli,kitap okumayı sevmeyen birisidir.
HÜSNÜ PAŞA : Kadınları ve karısını dahi sadece eğlence malzemesi olarak gören, çapkın zengin, kinci bir kişiliğe sahiptir.

KİTAP HAKKINDAKİ ŞAHSİ GÖRÜŞLER

Kitabın dili çok akıcı olmayıp, duygusallıktan hoşlanan kişilere yönelik olabilir. İnsanlar arası ilişkileri çok iyi anlatan bir kitaptır.

KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ

Halide Edip ADIVAR; meşrutiyet ve cumhuriyet yıllarının tanınmış edebiyatçılarındandır. 1882’de İstanbul’da doğmuştur. Amerikan Kız Lisesi’ni bitiren ilk Türk kızıdır.1901’de liseyi bitirince pozitif bilimleri dersi hocası olan Salih Zeki ile evlenmiştir. İlk romanı Heyula’yı 1908’de neşreder. Salih Zeki’nin ikinci defe evlenmesi üzerine ondan ayrılır. Mütareke yıllarında Anadolu’ya geçerek yeni kocası Dr. Adnan ADIVARla Atatürk’e yardım ederler. Bu yıllardaki gözlemleri birçok eserinin temelini oluşturur. Yurt dışında 15 sene geçirdikten sonra İstanbul’a dönen Halide Edip, 1950-1954 yılları arası İzmir milletvekili olarak TBMM’ye girmiş, 9 Ocak 1964’te İstanbul’da vefat etmiştir.
ESERLERİ: Heyula(1909), Raik’in Annesi (1908), Yeni Turan (1912), Ateşten Gömlek (1922), Vurun Kahpeye (1923), Sinekli Bakkal (1935), Tatarcık (1938), Sonsuz Panayır (1946), Dağa Çıkan Kurt (1922), Türk ‘ün Ateşle İmtihanı (1959)…

Handan Konu Ana Fikir Şahıslar Olaylar Yazar Ayrıntılı Özet

Handan - Halide Edip Adıvar

Kitabın Adı: HANDAN

Kitabın Yazarı: HALİDE EDİP ADIVAR

1. KİTABIN KONUSU: 

Roman; alafranga kültürle yetişmiş olan Handan’la, Handan'ın teyzesinin kızıyla evli ve iki çocuk babası Refik Cemal’in kısa sürelik “yasak aşkını” anlatıyor.

2. ROMANIN ÖZETİ: 

Refik Cemal, Cemal Bey’in baldızının kızı Neriman'la tanışırlar. Bu ilk tanışma devrelerinde, Neriman Refik Cemal’e sık sık Handan ismini telaffuz etmektedir. Handan ve Neriman teyze kızlarıdır. Neriman Handandan bahsedrken kültürlü,bilgili ve güzel gibi hep iyi sıfatlar kullanır; ancak Handan kocasıyla birlikte yurt dışında olduğundan, Refik Cemal Onu cismen tanıma fırsatı bulamaz.
Refik Cemal uzunca bir aradan sonra arkadaşı Server’e yazdığı mektupta, birkaç aylık mutlu ama biraz da tekdüze evliliğini yazar. Rahatı yerindedir, karısını çok sever ve birlikte iyi anlaşırlar. İşte süregelen mutluluklarının nedenleri bunalrdır. Ona Nerimandan ve alışkanlıklarından da söz eder.
Fakat, Refik Cemal’in bu mutlu tablosuna kısa bir süre sonra karaltılar sıçrar. Hariciyeden bir mümeyyiz onu çağırarak, o sıralar kendisinin araştırılmakta ve şüphe altında olduğunu, güvenliği için bir vesileyle yurt dışına gitmesini söyler. Bu sırada Neriman 7-8 aylık hamiledir. Refik Cemal ilkin Neriman’I öylece bırakıp gitmek istemese de, sonradan işler rayına oturunca onu da yanına almak çözümünü üreterek yurttan ayrılır ve Fransa’ya gider. Fransa’da daha önce kendisinden övgü dolu sözlerle bahsedilen Handanla, Nötre Dam Kilisesi’nde karşılaşırlar. Burada hem Handanı, hem de Handanın kocası Hüsnü Paşayı yakinen tanıma fırsatı olur.
Evliliklerinin ilk zamanlarında Handanın geçmişi hakkında pek konuşmayan Neriman, Refik Cemal’in isteği üzerine, ona bir mektupta Handanın geçmişiyle ilgili her şeyi anlatır:
Neriman, altı yaşından itibaren teyzesinin yanında kalmaya başlar. Handan, daha önce de belirtildiği gibi Neriman’la teyze kızlarıdır. Belli bir yaşa gelinceye kadar özel hocalardan birlikte ders alırlar; ancak Nertiman’ın ilgi alanı müziği pek aşmazken, Handan’da bitmek tükenmek bilmeyen bir öğrenme arzusu vardır. On altı yaşındayken ona, Refik Cemal ve Serverin de o zamanlar yakın dostu olan Nazım isimli özel bir hoca tutarlar. Nazım, bazı ufak hayaller peşinde koşup düzene ters işler yaptığı için padişah yönetimi tarafından aranan bir isimdir. Aynı zamanda sanat, felsefe, sosyoloji gibi alanlarda da geniş bir bilgiye sahiptir. Nazımın bu aileyle tanışıklığı, babası Selim Beyin Cemal Beyle olan dostluğundan kaynaklanmaktadır.
Nazım uzun zaman Handana çeşitli konularda ders verdikten sonra, bir gün hayallerindeki amaç için onunla evlenmek istediğini söyler ve bu uğurda en uygun kadının kendisi olduğunu belirtir. Handan böyle bir teklifi ummaktadır; ancak onun beklentileri daha kalpten ve kişiseldir; sadce ikisiyle alakalı bir aşk düşünmektedir. O nedenle bu teklifi düşünmek için Nazımdan süre ister ve bu süre içinde Hüsnü Paşa diye birisinin daha sıcak bir teklifini alır. Süre dolduğunda Nazım’a Hüsnü Paşanın teklifini kabu ettiğini ve kendisiyle evlenemeyeceğini söyler. O günden sonra Nazım artık derse de gelmez ve kısa vir süre sonra da yurt dışına kaçmak üzereyken yakalanarak sürgüne gönderilmek üzere hapse atılır. Hapiste iken Handana, hayatının onsuz hiçbir şeye değmeyeceğini ve yüce ideallerini de gerçekleştiremeyeceğini belirten bir mektup bırakarak,kendini asmak suretiyle, intihar eder. Handansa Hüsnü Paşayla evliliğini müteakip onunla birlikte Fransaya gider.
İşte Neriman’la Refik Cemal’in evliliği bu döneme rastlar. Refik Cemal, yurt dışına gittikten sonra orada bir ev tutar ve bir müddet sonra karısı Neriman da, doğumunun ardından çocuğuyla beraber kocasının yanına gelir.
Bu sıralarda, Handan için artık hiç durmayacak çileler kervanı yola çıkmıştır. Çünkü Hüsnü Paşa, birkaç yıllık bu taze evliliğe şimdiden mezar kazmış ve onu oraya atarak üzerine toprak serpmeye başlamıştır. Artık Handan’dan bile gizlemeden metreslerle düşüp kalkmaya başlamıştır. Ancak Handan bunlara rağmen kocasına karşı taassupkar bir bağlılık gösterir. Sık sık ağız dalaşı yapsalar da ihanet hep Hüsnü Paşayla muhabbettedir. Evliliklerinin yedinci yılında, Hüdnü Paşa zaten sallanmakta olan bu ağacın köküne bir balta indirir gibi, birkaç aylığına Handan’I evde bırakarak başka bir yere, başka bir metresle beraber gider. Bununla birlikte, bir yanda koca bir ağaç kökünden çatırdarken; kocasının yokluğunda Neriman’la Refik Cemal’in evinde misafir olmayı kabul eden Handan’la Refik Cemalin arasında , toprağın altında çimlenen bir tohum gibi, kendilerine bile görünmeden yeni bir aşk filizlenmektedir;ikisi de eşelerini her şeye rağmen seviyorken ve onlara bağlılarken…
Hüsnü Paşa gittiği yerden belirttiği zamanda dönmez ve Handanın kocasına sadakat nağmeleri yollayan habercilerini hep eli boş gönderir. Bu ümitsizlikle Handan menenjit olur ve ölümden döner;ancak ruhunu değilse de, hafızasını ölüm çizgisinde unutarak…
Refik Cemal, Hüsnü Paşaya arkadaşı Serverle durumu bizzat bildirse de Hüsnü Paşa umursamaz ve karısının yanına gelmez. Bu arada Handanı tedavi eden doktor da, Handanın bir süre için tüm kötü anılarından uzak sakin bir yere götürülmesini ister. Handan hastalığın pençesinde can çekiştiği sıralarda hamile olan Neriman da, bir kız çocuğu dünyaya getirerek ikinci kez anne olmanın mutluluğunu tatmıştır. Refik Cemal Handanı başka bir yere seyahate götürecektir; ancak beraberinde karısı ve iki çocuğunu da götürmesi bütçesini aşacağından ve onları da yalnız bırakamayacağından Neriman çocuklarla beraber İstanbula döner. Ayrıca Handan’ın birçok masrafını da babası Cemal Bey evini satarak karşılamıştır.
Handan, Refik Cemal ve bir hastabakıcı, İngilterede sakin ve doğal güzelliğe sahip bir kasabaya giderler ve orada bir ev tutarlar. Zamanında başının üstündeki kocaman taşı kaldıramayıp toprağın altında sessiz sakin bekleyen aşk tohumları, bu yumuşak ve engelsiz ortamda yavaş yavaş gün yüzüne doğru filiz vermeye başlar.
Handan, şuursuzluğun, kendini bilmezliğin verdiği rahatlıkla Refik Cemali sever; Refik Cemal de her şeyini unutup hiçe sayarak Handanı. Bu sırada Handan’ın geçmişi yavaş yavaş, sağanak yağmurlardan sonra çekilen bulutların arasından sızan güneş gibi benliğinin yüzünü aydınlatmaya başlar. Refik Cemal, Handan’daki her değişmeyi, gelişmeyi doktoruna yazmaktadır. Doktor her şey gün yüzüne çıkmadan onu hastaneye yatırılmasını ve Refik Cemal’in de yanında olmamasını ister. Bu ona büyük bir acı verir; çünkü benliğini kaybetmiş Handan, tamamen kendini Refik Cemal’e bırakmış Handandır; her şeyiyle onundur. Bu durumun değişmesini istemese de, doktorun isteğini yerine getirir. Handan hastanede kısa sürede, geçmişini bıraktığı ölüm çizgisinden alır getirir; ancak aradan fazla zaman geçmeden, aynı çizgiyi bu defa her şeyiyle aşarak kaybolur.
Geride bıraktığıysa, Refik Cemali seven kalbi saniye saniye vuran, Neriman’a karşı bir türlü susturamadığı vicdanının yankılarıyla beraber, Refik Cemal’e sahibiyetinden doğan öfkesini kusan, bir zamanlar onun olmadığı için canına nokta koyan Nazım’a katşı pişmanlığını, yaptığı her şeye rağmen kocasını bağışladığını, ihtiyar babasının tabutu üzerinde döktüğü gözyaşlarının önceden izlediği sahneleri ve kendince büyük suçlar işlemiş benliğinin çırpınan cismini yansıtan sayfalardır.

3. KİTABIN ANA FİKRİ:

Kitap, bir aşk romanı olmasına karşın, anlattığı olaylara bakılınca daha çok insanların seçim yaparken –hangi konuda olursa olsun- daha dikkatli olmasının gerekliliğini ve ikili ilşkilerinde, kişilere bağlı olarak gerekli ölçüleri koyabilmesinin önemini vurguluyor.

4. KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:

HANDAN: Çıkılmaz bir aşk üçgenine girmiş ve bu üçgende benliğini kaybetmiş ve en sonunda da acıklı bir şekilde yaşamı sona ermiş bir kadın. Önce Nazım, ardından Hüsnü Paşa ve en son Refik Cemal’e karşı beslediği duygular ve hepsinin ardından gelen pişmanlıklar.
REFİK CEMAL: Mutlu bir evlilik sürdürdüğü Nerimanla, sonradan kopan Handan fırtınasında savrulan bir erkek. Onu seven hafızasız bir Handan olsa da, o bundan memnundur; çünkü böylece O, kendisine daha yakındır, Ona daha kolay bağlanmaktadır; ancak sonraları kopan bu aşk fırtınası, Handan’ın ölümüyle erken bitmiştir.
NERİMAN: Refik Cemalin karısı, Handanın teyzesinin kızı. Handanı hep beğenmiş, Ona hep övgüyle yaklaşmıştır. Bir yandan Handanın yaşadığı acıları paylaşan vefalı bir dost, bir yandan da kocasını çok seven sadık bir eş. Duygusal gelişmelerdense habersiz.
HÜSNÜ PAŞA: Handanın kocası. Zevk düşkünü birisi. Zamanla karısını, göstere göstere metreslerle aldatan aşağılık denebilecek duygusuz bir insan. Karısı sıfatını taşıyan Handanın ağır hastalığında bile yanında bulunmadı.
NAZIM: Aykırı hayaller peşinde koşan ve bu nedenle yönetim tarafından aranan yasaklı bir isim. Handanın özel öğretmenliğini yaptığı sırada, sunduğu evlilik teklifine karşılık alamayıp, yurt dışına kaçarken yakalanan ve hapishanede intihar eden yalnız bir zavallı.
SERVER: Refik Cemalin yakın arkadaşı. Birçok konumda arabulucu rolünde.

5. KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER:

Kitap, keyifli zaman geçirmek isteyen insanlar için ideal. Yalnız ele aldığı konu bakımından biraz fazla klasik bir eser. Aşk romanı meraklılarının ilgisini çekecek nitelikte.

6. KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ:

Halide Edip Adıvar Meşrutiyet ve Cumhuriyet devirlerinin tanınmış edebiyatçılarındandır. 1882 ‘de İstanbul’da doğmuş, 9 ocak 1964’te yine İstanbul’da ölmüştür.
1908’de Meşrutiyetin ilanıyla gazete ve dergilerde imzası görülmeye başlayan yazar, o tarihlerde Halide Salih imzasını kullanıyordu. Ancak sonradan kocasından ayrılınca Halide Edip adını kullandı.
Zaman zaman Milli Eğitim’de müfettiş olarak hizmet etti. Yurt dışında çeşitli üniversitelerde çeşitli konularda dersler verdi ve eserler neşretti. 1939’da İstanbul’a döndü ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Edebiyatı Profesörlüğüne tayin edildi. 1950 yılına kadar bu görevinde kalan Halide Edip 1950-1954 arası İzmir milletvekili olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne girdi ve 9 Ocak 1964 tarihinde vefat etti.

Translate